Seyyah Cupid'in Portekiz Maceralari

Erasmus öğrencisi olarak geldiğim Portekiz'deki maceralarımı aktaracağım bir blogdur bu...

Pazar, Kasım 19, 2006

LİZBON'DA TURİSTİK GEZİ Part 2

En son Graça'da kalmıştık sanırım. Feira da Ladra'dan Graça'daki klisenin ordaki açık hava cafe'sinde bira içmemizi sözlükten bir yazar önermişti. Biz de onun sözünü dinleyip gidelim bakalım dedik. Ancak tam olarak nasıl bir yerle kaşılaşacağımızı da bilmeden karınlar da çok aç yola koyulduk. Elimizdeki haritaya bakıp bulunduğumuz yerden oraya nasıl gideceğimizi bulmak biraz zamanımızı aldı. Ama bu sefer kimseye sormadan, tamamen içgüdüsel olarak, yeri bulduk.
Burası çok güzel bir manzarası olan bir yere konumlanmış (tam Graça'daki klisenin orası) bir çay bahçesi gibi. Güzel havalarda manzaraya yakın yeri bırakın herhangi bir yerde boş masa bulmak zor. Buraya sarı-nostaljik-tramvaylarla gidilebiliyor (numarası ya 18 ya 28 ama tam emin değilim, Chiado civarından Martim Moniz istikametine gidene binerseniz Graça Durağında inip birine sormanızı tavsiye ederim klise nerde diye).

Bu açık hava cafesinde maalesef yiyecek çok çeşitli değil. Tost var bir de şanslıysanız empanada dedikleri tatlı veya tuzlu tartlar da bulabilirsiniz. İçecekler ise çeşitli-alkollü, alkolsüz allah ne verdiyse. Fiyatlar normal, yani İstanbul'daki boğaz çay bahçelerinden daha ucuzdur, 1 şişe bira 1,20 Euro, 1 tost 2,50 Euro (tostlar köy ekmeğinden yapılıo. Büyük ve lezzetli). Biz oraya gittiğimizde güneş batmaya başlamıştı. Aşağıdaki resimde gördüğünüz masalardan en sağdaki (çantası çapraz asılı kırmızı t-shirlü arkadaşın olduğu) bizim masamızdı. Diğer resimde de manzarayı görmek mümkün.
















Oraya kadar gitmişken kliseye girmemek olmaz dedik ve girdik. Çok da bir özelliği yoktu klisenin ama teknolojik dilek mumları dikkatimizi çekti. Para atıyorsunuz ve mumların ucundaki lambalar yanmaya başlıyor, ne kadar süreyle yanıyor bilemiyorum. Ama şahsen eski usül mum yakmacayı tercih ederim.















Lisboa e Muito Boa (Lizbon çok güzel) duvarı da hemen Graça Klisesinin Kapısının orda... Lizbon gerçekten güzel. Ama biraz lüksten hoşlanan, hafif kokoş bir tarzınız varsa aynı şeyi düşünmeyebilirsiniz.

Graça'da yaşadığımız asıl bomba olay şöyle gelişti. Pazar günü, bu blog aracılığıyla tanıştığım Zeynep Barcelona'dan Lizbon'a gezmeye gelmişti.

Bir gün önce Graça'yı keşfetmişiz beğenmişiz hem
en onu da götürmeliyim diyerek orayı da rotamıza eklemiştim. Yine açık hava cafesinde oturuyoruz. Baktık bir dilenci AJUDA SENHORA (yardım edin bayan) diyerek yanımıza geldi( Lizbon'un dilencileri çok meşurdur ancak Nao dediğiniz zaman ısrarcı olmaz hemen uzaklaşırlar.) Zeynep biraz rahatsız oldu dilenciden ben de nao diyip gitmesini bekledim. Adam ısrarla gitmedi, ben de o sırada Zeynep'e Türkçe olarak ya bırak konuşmazsan, iplemezsen gidecek, bunlar hep öyle, Psikolojide taktik bu dur görmemezlikten geliceksin diye anlatıyordum ki ne zaman konuşmamız duraksadı, dilenci bize hafif bozuk bir TÜRKÇE ile siz İstanbul'dan mısınız? diye sordu. O an yaşadığımız dumuru anlatmam mümkün değil. Zeynep yaşadığı şok yüzünden bir şey diyemedi. Ben hemen toparlanıp İstanbul'dan olduğumuzu söyledim. Adam da hemen ben de Köstenceliyim (Romanya) buraya geldik ama Portekiz'de iş yok, çalışamıyoruz. O yüzden böyle yapıyorum falan dedi ama adam gayet ANLAŞILIR bir TÜRKÇE ile konuştu. Ben de Allah Kolaylık versin dedim en sonunda, o da saol diyerek uzaklaştı.
Meğer adam bizim konuşmamızın bitmesini ve bizimle konuşmayı bekliyormuş. Adam uzaklaşınca Zeynep kendini kötü hissetti, yaa acaba para versemiydik falan dedi. Bu olay ikimiz içinde ilginç bir anı olarak hafızalarımıza kazınmış oldu böylece.

Graça dışında Zeynep'le Elevador Santa Justa'yı kullandık. Burası Baixa Chiado'da bulunan bir asansör. Tepesinde bir Cafe var ama pahalı. Manzarası çok güzel. 1 çıkış 1.20, çıkış iniş 2.40. Cartao Viva'da Carris (otobüs) yüklüyse bedava, 7 collinas kartınızı da burada kullanıp kara gecebilirsiniz. Baixa'dan binip Largo do Carmo ve Carmo müzesine çıkıyorsunuz (ilk postumda buradan bahsetmiştim).
Bu resimler asansörün durduğu kattan manzaralar. Meydan olan yerin adı Praça Do ROSSIO... Gece 10'dan sonra buralar pek tekin olmuyor. Etraf garip insanlarla doluyor. Dikkat etmek lazım. Levhanın altındaki resim de Ruinas do Carmo. Burası büyük depremde yıkılmış, sonra da otantik olsun diye bir daha yenilememişler.


Üstteki levhada
Lisbon will always stay more beautiful diyor. Ama gelin görün ki şehrin genel de hırpani, kirli, eski, yorgun bir görünümü var. Ama biz onu böyle seviyoruz. :)











Sonra Belem'e de gittik. İlk defa Mosterio das Gerenimos (yanlış yazmış olabilirim idare edin) şapel kısmına girdim. Dışı kadar nefes kesici bulmadım. Sonra Arkeoloji Müzesi'ne gittik. İçerde fotoğraf çekmek yasak olduğu için bu posta ekleyemiyorum. Müze yine Mosterio'da. Giriş 26 yaşından küçüklere 1,50 euro, büyüklere 3,00 euroydu sanırım. Güzel mozaikler var. Mısır odası çok kötü kokuyor. Vaktiniz varsa gidin derim, ama 3-5 günlüğüne Lizbon'a geldiyseniz boşuna vakit kaybı diyebilirim. İstanbul'daki ve Ankara'daki arkeoloji müzeleri kesinlikle daha güzeldir...




















Şimdilik Lizbon'daki turistik gezimize burada ara veriyoruz. Yaşamaya devam ediyoruz. Bundan sonra farklı konseptlerdeki maceralarım devam edecek... Daha gezilecek çok yer var...

Çarşamba, Kasım 15, 2006

LİZBON'DA TURİSTİK GEZİ PART-1

Lizbon'a geleli nerdeyse 1 ay olmuş, üşenmeyip Porto'ya bile gitmişiz, yaşadığımız şehri daha bilmiyoruz ayıp dedik. Kalktık 7 Erasmuscu Türk genci Lizbon'daki ilk grup turistik gezimize başladık. Lizbon'da turist olmak nasıl bir hismiş yaşamaya çalıştık. Aşağıda gördüğünüz resimdeki herkes YTÜ'lü, turistik gezimizin erkekleri YTÜ makina müh.'den, kızlarımız (ben hariç) mimarlıktan turumuza katılıyorlar.
















İlk durağımız Castilo Sao Jorge idi. Buraya yürüyerek de gidilebildiği gibi ( ki ben tavsiye etmem baya bir yokuş) Praça Figuera'dan (Metro Yeşil Hat Rossio Durağında) 37 numaralı otobüs (Numarayı yanlış hatırlıo olabilirim Castilo yazması lazım gideceği yer olarak) sizi girişine kadar bırakıyor. Buraya giriş tam 5 euro, öğrenci 2,5 euro. Lizbon'da yaşayanlar içinse bedava. Eğer Lizbon'da erasmus yapıyorsanız Cartao Viva'nızı ve Üniversite kimliğinizi göstermeniz biraz da çat pat Portekizce konuşmanız gerekebilir bedava girişten yararlanmak için. Grupta sadece kızlar bedava girdi, diğer arkadaşlar Lizbon'da yaşadıkları halde bedava girişten yararlanamadılar, nedenini anlayamadık!

Kale'nin manzarası çok güzel. Lizbon'un önemli meydanlarını görebiliyorsunuz. Tercihen yağmur yağmayan ve bulutsuz bir havada gidin, hatta yanınızda şarap götürüp manzaraya karşı için. Biz götürmedik, pişman olduk. Sonra manzaraya karşı kadeh tokuşturanları görünce içimiz gitti...















Yukardaki manzaralar kaledeki manzaranın iki açısı. Kalede yaklaşık 1,5 saat harcamışızdır. Önce japonlar gibi her köşenin fotoğrafını çektik, sonra farklı kısımlarına tırmandık. Ben gruba hadi artık feira da ladra'yı kaçırcaz demeye başladığımda Seval de yaa evet sıkıldım ben artık gidelim dedi. Bunun üzerine de ben tam bir TÜRK mantalitesiyle (geyikle karışık) hakkaten her yer aynı taş, yetmedi mi gençler 1,5 saat gezmek dedim...














Kale çıkışına yakın bir yerde ilginç bir amca konumlanmıştı. Bu amca farklı ülkelerinin demir paralarının içini oyup motiflerini ortaya çıkartıyordu. Biz de baktık Türk parası var mı diye, bulamadık. Amcaya sorduk amca var dedi, hatta gösterdi. Biz aa bu diil türk falan derken arkasını çevirdi ve gördük ki ESKİ kuruşlardan. Yani benden daha yaşlı bir para... Sonra bir de eski 5000 tl gördük, laleli olanlardan. Amcaya 1YTL verelim dedik ama 7 kişinin hiç birinden YTL çıkmadı. Bizden sonra giden Türk arkadaşlar bırakmışlar ama... Gittiğinizde büyük ihtimal YTL görebilirsiniz.















Kale içinde bir çok sanatsal ürün satış standlarıyla karşılaşabilirsiniz, bu abi de resim satıyordu, çaktırmadan fotosunu çektim.





Kale'den çıkıp ana yolda sola dönünce orda başka bir MİRADOUR (gözlem/manzara yeri) ile karşılaşıyorsunuz. Orda da durup 1-2 Poz çektik. Miradour'dan sonraki durağımız ALFAMA'dan geçip FEİRA DA LADRA'ya ulaşmaktı...












Alfama Lizbon'un eski bölgelerinden biri. Daracık sokaklar, kırık dökük evler, balkonlardan sarkan beyaz çamaşırlar... İlginç enstantaneler yakalamak mümkün. Kale'den buraya yürüyerek inilebilir, ama biraz daha nostaljik takılmak isterseniz Chiado/Praça Figuera'dan 28 numaralı nostaljik tramvaya binebilirsiniz...Bu tramvay turist kaynıyor olmakla birlikte yan kesicilerin en çok kazanç sağladığı ulaşım aracı olduğu için biraz paranoyak olmakta yarar var.

Nostaljik Sarı Tramvay Alfama Sokaklarında...

Tipik Bir Alfama Sokağı... Bayram değil, seyran değil ama bir çok evde bayrak görmek mümkün bu bölgede...

Feira Da Ladra Lizbon'un Bit Pazarı, Salı günleri sabahın köründen öğlen 1 e kadar, Cumartesileri de yine sabahın köründen akşam 17.30-18.00 e kadar. Bu arada unutmadan söylemem gerek, Lizbon'un turistik haritası biraz dandik. Sokaklar o kadar daralıyor ve iç içe geciyor ki ya yollarda gördüğünüz teyzelere, amcalara sormak, turist tipli insanların peşine takılmak, ya da istanbulluysanız yer yön bulma içgüdünüze güvenip yolu takip etmek gibi 3 seçeneğiniz var bu bölgeleri gezerken. Biz kırık Portekizcemizle yolda evinin önünde oturan yaşlı bir Portekizli teyzeye sorduk mesela...

Feira da Ladra'dan alışveriş yapmadık. Pazarın girişinde paso nepal-hindistan işi giysi satılıyordu ve fiyatlar İstanbul'dakine göre biraz daha pahalıydı sanki. İçlere doğru ilerledikçe esas bit pazarıyla karşılaştık ki buradaki tipler de bize biraz ürkütücü geldi. O yüzden hiç bir şeye alıcı gözle bakmadan hızlı hızlı gezindik. Bir de grubun bir kısmını kaybettik, o yüzden onları bulalım diye de acele ettik. Ancak sonradan öğrendiğime göre sıkıcı Lizbon gecelerinizin eğlencesi olabilecek DVDleri buradan pazarlık yaparak ucuza alabilirmişsiniz...

İlk Lizbon Turistik gezimiz burada bitmedi tabii ki, bundan sonraki durak GRAÇA (gırasa olarak okunuo) idi. Ancak oradaki maceraları ve geri kalanını bir sonraki posta saklıyorum ki merak edip geri dönün :)

ARKASI YARIN! Inınınınnnnnn................

Cuma, Kasım 10, 2006

Aksilikler Haftası Ve Lizbon'da Toplu Taşıma...

Lizbon'da her şey güzel gidiyordu. Tam da diyordum vay be şehre bak, büyük şehir ama aksilik yok. Şansım iyi gidiyor. İşte o kötü hafta geldi çattı. Bir de gizli bir kural var, herkes bilir... Bir şey aksi gitmeye başladı mı her şey üst üste gelir.

Pazartesi saat 09.00'da kapımın şiddetle çalınması ile uyandım. Portekizli olmadığını anladığım bir kızın Portekizce ben senin yeni oda arkadaşın demesiyle uyandım gibi bir şey. Sonra ben ona ingilizce burası senin odan olmayacak çünkü beni odamdan attılar ben de birazdan karşı odaya taşınacağım dedim. Sonra işte o kız Rus çıktı ve sanırım 2 hafta oda arkadaşım oldu. Onunla ilgili yorumlarımı daha sonraya bırakıyorum.

Neyse apar topar odamdan taşınmaya başladım. İlk kaldığım oda yurdun en güzel 2. odasıydı. Burda yazılı olmayan kurallara göre dönem başı olan Ekim ayının ilk haftası yurttaki daha kıdemli kişiler istedikleri odaya geçebiliyormuş. Benim odamı da 4. sınıf öğrencisi olan 2 kız istemiş. Ben hemen odamı vermek istemedim tabii, gittim yurt müdürlüğündeki sorumluyla da konuştum ama yapacak bir şey yok deyince pes ettim. Oysa ki o kadar da alışmıştım ilk odama. Eski oda arkadaşım yurdun en kıdemlisi olduğu için o da tek kişilik odaya geçti.

Yeni odam eskisinin tam karşısında. Diğerine göre biraz daha küçük, direk balkona çıkan bir kapısı var (pencere yok, dolayısıyla havalandırmak icin tüm kapıyı açmak gerekiyor). Yeni oda arkadaşım da FACİA RUS kızıydı. Hadi bir erkek olsam belki sevinirdim, çünkü oda da yarı çıplak geziyor, yanımda çok rahat giyinip soyunuo falan. Ama bir bayan olarak bu kadar rahat olması bana itici geldi. Sonra her sabah en geç 6-7 arası uyanıyor. Vampirin tam tersiydi... Akşam 22.30'da uyuyup, sabahın köründe uyanıyordu. Ben buna ancak 5 gün dayandım ve en sonunda cumartesi sabahı yarı uykudayken patladım. Avazım çıktığı kadar bağırarak: YETER SENİN YUZUNDEN SABAHIN 6sında uyanmak zorunda DEĞİLİM, biraz daha ÇABA göster ses ÇIKARMAMAK İÇİN... EN son I AM SO PISSED diyerek uykuya döndüm. Sorasında da pek muhabbet etmedim kendisiyle böylece sevilmediğini anladı ve 2. haftanın sonunda başka odaya taşınayacağını söylediğinde sevincimi göstermemek için kendimi zor tuttum. Önce o da karşı çapraz odaya geçti. Sonra baktı kattaki kimse onu sevmiyor, kimseyle muhabbet edemiyor (acaip itici bir kızdı, abuk subuk konuşma başlatır, 2 kişinin konuşmasına dalar, sonra da sinir edici sorular sorardı) bir hafta sonra da bir üst kata 3 kişilik odaya taşınmış... Allah mutlu etsin diyor rus kız faciasını kapatıp diğer aksiliklerle devam ediyorum.

2. aksiliği CARTAO VİVA alırken yaşadım. Bu kart İstanbul'daki mavi kart'ın eş değeri. Eğer 10 Euro verip Campo Pequeno (metro Sarı Hat) veya Carris Müzesinin olduğu yerdeki Carris Merkezi (Praça Figuera'dan 15 nolu Tramvay önünden geçiyor)'ne gidip almazsanız (buralardan urgente diyince ya aynı gunde ya da 1 gün sonra alabiliyorsunuz) 10 iş günü sonra elinize geçiyor (o zaman 6 Euroya mal oluyor).
Unutkan anıma gelip normal bir metro istasyonundan başvurduğum için 10 gün sonra almak için gittim. Yaklaşık 25 dk sırada bekledim. Dolayısıyla derse de yarım saat geç gitmiş oldum. Aksilikler bununla da kalmadı, derse bir gittim meğer sınav varmış o gün. Herkes harıl harıl soruları yapıyor. Hoca bana soru kağıdını verdiğinde yaşadığım dumuru kelimelerle anlatamam sanırım. Ders portekizce olduğu için verilen makaleler dışında hiç bir şey bilmemek bir yana yanımda makale bile yoktu ki kaynak açık bir sınavdı bu. Hoca arada yanıma gelip bölüm bölüm soruları allahtan tercüme etti. (Bu arada sınav Bilişsel Psikoterapiler dersindeydi). Bi ara sözlük elimde kaybolmuş bir bakışla hocaya baktığımda yanıma gelip sen en iyisi şu 3 sayfayı yapma dedi. Allah razı olsun dedim valla... Sınav toplam 3,5 saat sürdü. Ve sonucu fena gelmedi. 1 bölümden çok düşük bir not almış olmamla beraber bir bölümde sınıf 2.si olduğuma şaşırdım (bu arada soruları tabii ki İngilizce cevapladım.) Kendi kendime dedim ki demek sınav olduğunu bilsem, biraz çalışsam bir de dersleri anlasam sınıf birincisi olmamak zor...

Ders bittikten sonra Cartao Viva'm elimde (hem otobüs hem metro için yüklettim aylık 26.5 Euro, sırf Metro 17,30 Euro) dedim yurda giden yokuşu yürümeyeyim. Otobüs bekliyim gelir hemen. Metro çıkışına yakın 2 metro durağı var. Ben üşengeçliğimden hemen çıkışın dibindekinde bekledim-yaklaşık 35 dk.- Hatta otobüs saatlerine bakıp küfrettim, çünkü yazılana göre şimdiye kadar 2 otobüs gelmeliydi. Kendi kendime dedim ki Lizbon'da İstanbul gibi, otobüs saatleri falan yalan. Sonra pes edip biraz ilerdeki durağa yürüdüm 10 dk da orda bekleyip Pes ettim ve yürüyerek gittim yine. Normalde hiç beklemeyip yürüsem 15 dk'da yurttayım. O akşam baya bir öfkeliydim. Sonra anladım ki beklediğim durak sadece belli saatlerde ana durak görevi görüyormuş, onun haricinde otobüsler diğer duraklardan geçiyormuş. O gün bana ders oldu ve bir daha hep biraz daha uzak olan durakta bekledim maksimum 10dkda beklediğim otobüs geliyor artık.

Buradaki otobüs durağı sistemi Ankara'daki gibi. Her otobüs güzargaz üstündeki tüm duraklarda durmuyor, hangi durakta hangi otobüsün durduğu ve hangi yöne gittiği, duracağı durak isimleri ve saatleri yazıyor. Hatta biraz daha teknolojik bir duraksa Otobüsün numarası-gideceği yön-kaç dakika sonra geleceği elektronik bir ekranda yazıyor. Otobüs biletini otobüsün içinde alırsanız 1.20 Euro(ki pahalı). Bir kaç günlüğüne turist olarak geldiyseniz 7 collinas (7 tepeler) kartı alıp (0.50 euro) onu doldurtmanızı öneririm (günlüok 3.30 Euro, 5 günlük 13.50, 1 binişlik aktarmalı 1.30 sanırım) Metro ile tek gidiş 0.70 euro, gidiş dönüş 1.30. Tabii bu verdiğim fiyatlar 1 zone için geçerli (yani Lizbon merkez. Ben şahsen henüz zone dışına çıkmaya ihtiyaç duymadım).

Toplu taşıma ile ilgili bilgiler www.metrolisboa.pt , www.carris.pt (otobüs-autocarro), www.cp.pt (comboios yani trenler-banliyö, bölgeler arası, ülkeler arası)

Ayrıca bir yerden bir yere gitmek istiyor ve nasıl gideceğinizi de bilmiyorsanız şu linkten bütün bilgileri edinebilirsiniz: http://www.transporlis.sapo.pt/calc_percursos.cfm

Son olarak Lizbon ile Paris'in bir yönden benzediğini söyleyerek postumu bitirmek istiyorum. Paris'te olduğu gibi burada da geldiğimden beri sık sık grev yapılıyor. Farklı aralıklarla yaklaşık 6 gün Metrolar gündüz 06.30-12.00 arası çalışmadı. Allahtan o günlerde gündüz dersim yoktu da sorun yaşamadım. Ama sanırım trafik kilitleniyordur. Bu yüzden eğer metroların girişinde bir duyuru görürseniz mutlaka dikkatlice okuyun. Portekizce bilmiyorsanız da birilerine sorun. Sonra sizi kötü bir şekilde etkilemesin.

Bu post az resimli oldu. Nedense blog bir türlü daha fazla foto ekletmedi. Az foto, çok bilgi idare edin :)
Bir sonraki post'da Lizbon'daki ilk turistik gezimizden bahsedeceğim
.

Cumartesi, Kasım 04, 2006

Port-Porto-Oporto

Havalar güzelken bir hafta sonu kuzeye kaçalım ve Porto'nun şu güzel şaraplarından tadalım dedik. Saat 12.00de Sete Rios'dan yola çıktık. (Sete rios- Metro Mavi hat üzerinde Jardim Zoologico durağı üzerinde). Lizbon'da 2 ana otobüs durağı var. Diğeri de Oriente'de (Metro Kırmızı hat-son durak).

Giderken Rede-Expressos ile gidip dönüşte Renex ile döndük. Renex Oriente'de bırakıyor bu arada.
Giderken 14 euro'ya gittik, dönüş 13.50 idi. Anladık ki Renex daha ucuzmuş. Arada da bir fark göremedik. Otobüs biletleri resimlerde gördüğünüz gibi. Cartao Jovem dedikleri öğrenci kimliği. Burda da öğrenciyseniz 2-3 euro indirim yapıyorlar. O yüzden biletinizi alırken öğrenciyseniz SOU ESTUDANTE demeyi ve kartınızı götürmeyi unutmayın :)
Arada 15dk ihtiyaç molası ile Lizbon-Porto arası 3,5 saat sürüyor. Tren ile gitmeyi tercih etmedik, çünkü tren de yaklaşık 3 saat sürüyor ve iki kat daha pahalı.

Porto'ya ulaştığımızda ilk izlenimimiz aslında çok da güzel değildi. Hava yağmurluydu, depresif bir duygu uyandırıyordu insanın içinde. Sokaklar eski evlerle doluydu. Hırpani bir görünümü vardı şehrin. Yaklaşık 1,5 saat sonra bir turist info bulabildik. Haritalarımızı edindikten sonra baktık açız hemen bir kafeye oturduk. Şansımıza oturduğumuz kafe öğrenciler içinde çok popüler bir yermiş. Biz de memnun kaldık baya.

Kafenin adı storia del cafe, yerini tarif edemeyeceğim çünkü biz şans eseri önünden geçtik. Ben cafe com natas içtim, espresso üstüne whipped cream yani. Fena değildi.

Karnımızı doyurup turistik gezimize başladık. İlk durağımız tabii ki alışveriş caddesiydi :) Lizbon'a döndükten sonra ordaki H&M'de beğendiğimiz şeyleri almadığımıza sonra çok pişman olduğumuzu söylemeliyim. Meğer her H&M'de aynı şeyler yokmuş.




Sonraki hedefimizi köprüyü geçmek olarak belirledik ve başladık yürümeye. Köprünün GAIA tarafına geçmeden Porto'nun ışıklandırılmış haline aşık olduk ve güzel fotoğraflar yakalayabilmek için kaç kere deklanşöre bastık bilemiyorum.
Gaia tarafını da çok çok beğendik. İlla bir yere benzetmek gerekirse ben diyeyim yeniköy, siz diyin bebek. Bir sürü lüks eğlence merkezi, restaurant, cafe-bar var. Baktık saat 21.30 olmuş karnımız acıkmış, dedik manzarası da güzel Pizza Hut'a oturalım dedik. İyi de oldu. Yemeklerimizi yerken bize 2 gün evini açan portekizli dostumuz LİGİA aradı ve nerede olduğumuzu sordu. Biz de suyun kenarındaki Pizza Hut'tayız dedik. 1 saat geçti, gelmedi merak ettik. Sonra öğrendik ki suyun kenarında 1 Pizza Hut daha varmış. Biz Douro kenarındakindeymişiz. Bir de okyanus kenarında varmış. Siz siz olun bu hataya düşmeyin!

Ligia bizi önce bir tepeye çıkardı... O tepeden görünen Porto'nun ışıklandırılmış hali hepimizi büyüledi.















Porto'ya gelmişken gece hayatına akmadan olmaz dedik ve küçücük ama sıcacık olan yerel halkın takıldığı bir mekana gittik. Saat 05.00e kadar orda içtik, şarkı söyledik, eğlendik. Bir amca gitarıyla şarkı tıngırdatırken şansımıza profesyonel fado şarkıcısı olan bir teyze, sahne kıyafetini bile çıkarmadan, müşteri olarak geldi bara. Tabiii gecenin ilerleyen saatlerinde kendini tutamadı ve sayesinde bedavaya fado dinlemiş olduk. (Barın adını hatırlamıyorum, adisyonun fotosunu çekmiştik ama Ceren'in makinede kaldı. Gaia'ya gecmeden sola dönülüyor o sırada bir mekan).
İşte evsahibimiz Ligia ve onun arkadaşı Vasco. Ertesi gün Vasco'nun çalıştığı Nike fabrika satış mağazasına ziyarete gittik. Bize indirimli fiyatlar üzerinden %30 daha indirim yapacaktı ama bir türlü bir şey beğenemedik. Fabrika satış mağazalarının bulunduğu alışveriş merkezi Porto'ya arabayka 30dk. Bir sürü markanın seri sonu ürünleri var. Bizim hatunlar yine dayanamayıp bir sürü şey aldı, ama ben bu sefer irademi tuttum ve Lizbon'a eli boş döndüm.
Alışveriş sonrası durağımız atlantik okyanusu kenarıydı. Böylece Portekiz'de okyanusla buluştuğumuz ilk yer Porto oldu. Şansımıza hava da çok sıcaktı. Temiz hav
a aldık.














Okyanusta balık tutmanın da keyfi bir başkadır herhalde. Rastgele amcalar!!!
O kadar Porto'ya gitmişiz, SUPERBOCKsuz olurmu hiççç....















O kadar Super Bock dedik, Sagres'in kalbi kırılmasın istedik. O yüzden okyanus keyfimizi onunla perçinledik.
Ligia bizi 20.00 gibi gezindiğimiz mekandan aldı. Bu arada eğer okyanus kıyısından şehir merkezine yürümeyi düşünüyorsanız, çok uzun bir yürüyüşe hazır olun. Haritada göründüğünden daha uzun valla git git bitmiyor. Biz 45 dk yürüdük, yolu yarılamamıştık. Bir de yolda bizimle konuşmaya çalışan abudik gubidik Portekiz erkeklerinden bahsetmiyorum bile. Bazen diyorum iyi ki Türkçe konuşuyoruz da, do you speak English sorularını başımızdan savabiliyoruz...
Neyse efendim, Ligia'ya dedik biz balık yemek istiyoruz, bizi balıkçıya götür. O da bizi arabasıyla Porto'nun biraz dışındaki bir yere götürdü, aklıma Tophane'den Karaköy'e giden arka yol aklıma geldi. Sıra sıra balıkçı, restauranların önünde ızgaralar... Rastgele bir tanesine girdik. Şansımıza o gün Porto'da Portekiz-Azerbaycan maçı varmış, yemek yerken maç da izledik. Balık seçme maceramız ayrı bir komediydi... Önce menü geldi, hadi Portekizce'sini anlamımızın imkanı yok, ama ingilizcesine de Fransız kaldık. Ben nerden bileyim Okyanus balıklarının envai çeşidinin İngilizcesini... Türkçesini bile bilmem pek. Neyse Seval dedi ki garsona ben kocaman bir balık istiyorum, küçükler kılçıklı oluyor. Adam dedi durun ben size getiriyim tepsiyle siz seçin. Tepside 3 tane balık vardı. Ben dedim ki şunun tipi güzel, bu olsun. Diğerleri de sağolsun kabul etti. Balığın adını bilmiyorum ama pişmiş hali şöyle bir şey:















Balık dördümüze de yetti. Yedik, içtik (ki franboğazlı bir bira içtim, adı Roselha mı öyle bir şeydi portekizlerin kendi icadı bir şey. Tavsiye ederim) adam başı 12 Euro ödedik. Sanırım İstanbuL'da bir balıkçıda daha pahalıya çıkardık. Keyifli bir yemekti doğrusu.

Ertesi gün (üff hafta sonu ne kadar çabuk geçti!) Şarap mahsenlerine gittik, ünlü Porto şaraplarının tarihçesini, yapılışını, özelliklerini öğrendi, kırmızı ve beyaz porto şarabı tattık (ki ben kırmızısını daha beğenmiş olmakla beraber çok tatlı
olduğu için içim bayıldı biraz.)
Soldaki levhayı görüp köprüyü geçmeden sol yolu takip ederseniz ilk gün gittiğimiz küçük barı bulabilirsiniz.

Gaia tarafında bir sürü şarap mahseni var sıralanmış. Biz Sandeman'a gittik, giriş 3 Euro. Ligia'nın söylediğine göre turu güzelmiş, ama başka bir yerin-ki ismini unuttum üzgünüm-şarapları daha güzelmiş. Eğer tur sonunda şarap alırsanız 3 euroluk indirim yapıyorlar giriş biletinizle. Böylece nispeten bedavaya gezmiş oluyorsunuz.
















Mahsenlerden çıkınca baktık ki çok az vaktimiz kalmış. O yüzden yavaştan otobüs durağının yolunu tuttuk. Giderken kalbimizin bir kısmını Porto'da bıraktık. İlk izlenimimizin ne kadar yanlış olduğunu bize kanıtladı bu şehir. Tabii gezimiz LİGİA ile daha da anlam kazandı. Konaklama için para vermediğimiz gibi, bizi her yere arabasıyla götürdü, kocaman kalbini açtı. Bu post aracılığıyla ona MUİTO OBRIGADA demek istiyorum.















Bu postu bitirmeden önce bir kaç tavsiye: Porto'yu arabayla gezmeyi düşünüyorsanız, yollara dikkat edin. Sokaklar çok dar, korkunç virajlar var. Gece kullanmayın, bilmediğiniz yola girmeyin derim. Porto'nun Ribeira tarafı tehlikeli olabiliyormuş. O yüzden önünüzü ve arkanızı iyi kollayın. Birinin bana dediğine göre geceleri Porto Lizbon'a göre daha tehlikeli olabiliyormuş ki Ligia'da bize Porto'daki suç oranlarından bahsetmişti. Ve unutmayın, Portekiz'de sokakta dolaşan bir sürü akıl hastası insan var, deli insanlar görünce şaşırmayın, korkmayın, adımlarınızı hızlandırarak yürümeye devam edin.
Porto'yu sevin... Ve yerel bir Portekizli ile gezin :)