Seyyah Cupid'in Portekiz Maceralari

Erasmus öğrencisi olarak geldiğim Portekiz'deki maceralarımı aktaracağım bir blogdur bu...

Salı, Şubat 26, 2013

Seneler Sonra Lizbon'a dönüş...

6 yıl olmuş bu bloga yazmayalı. Buna rağmen arama motorları sağolsun Portekiz'e yolu düşmüş veya düşecek olan kişiler blogumu bulup yazılarımı okuduktan sonra bloguma yorum bile bırakıyorlar. Ben de bu ilgiyi ve ihtiyacı göz önüne alarak bir kaç güncelleme ve öneri yapmak istedim. 

Toplamda 5 ay Lizbon'da yaşayıp Portekiz'in bir çok şehrini gezdikten sonra hayat beni başka bir şehire ve ülkeye attı. Şans bu ki geçen 6 yıl içersinde farklı zamanlarda 3 kere daha Portekize gitme fırsatım oldu. İki kere arkadaş gezdirmek, bir kere de Turist rehberi olarak 8 kişilik bir grubu gezdirmek için yolum düştü. Her seferinde Lizbon'a ve Portekize farklı gözlerle bakma imkanım oldum. Yaklaşık 1 sene evvelki gidişimde kendimi fazlasıyla turist gibi hissettim. Son gidişimde ise orada yaşarken bile öğrenmediğim şeyleri öğrendim misafirler gezerken hem bilgilensin hem de daha da keyif alsınlar diye.

Nereyi Kaç Gün Gezelim

Lizbon için 3 gün, Sintra-Cascais-Cabo da Roca turu için 1 tam gün
Porto için 2 gün,
Braga-Guimaraes, Portoda kalınıp bir günlüğüne bu işi şehir gezilebilir.
Güney Portekiz Turu (Sagres-Albufeira-Portimao-Faro için 3 gün)
Coimbra 2 gün
Aveiro 1 gün
Evora-Günü birlik
Obidos-Günü Birlik

Turist olarak gideceklere bir kaç öneri...

1- Yaşarken Lisboa Card ile toplu taşımaya bindiğim için farketmemiştim ama turist olarak gittiğimde farkettim. Lizbon'da metro binişleri için tekli bilet satılmıyor. 50 centlik çok kullanımlı bir kart alıp bineceğiniz kadarlık ücret yüklemesi yapabiliyorsunuz. Alacağınız bu kartlar 1 sene geçerli. Metro için doldurduğunuz yüklemeler otobüs ve tramvaylarda geçerli olmuyor. Otobüs ve tramvay için nereden yükleme yapabilirsiniz emin olmamakla birlikte carris ofis ve internet sayfası bu konuda size yardımcı olabilir. Otobüs ve tramvay'a bindikten sonra şöföre ve kondüktöre para ödeyerek de bu taşıma araçlarını kullanabilirsiniz. Yalnız dikkat edin, en turistik hat olan 28 numaraya bindiğimizde 2 eurodan fazla bir para vermiştik yanlış hatırlamıyorsam. Alternatif ulaşım aracı olarak taksi de her zamanki gibi uygun fiyatlı. Korkmadan kullanabilirsiniz. 

2- Havaalanına metro gelmiş. Artık şehir merkezine ulaşım daha kolay. Carris Otobüsleri, havaalanı otobüslerine iyi bir alternatif olmuş. Şehir merkezine 2 veya 3 aktarmayla ulaşabiliyorsunuz ama aktarmalarla beraber süre maksimum 45-50 dakika sürüyor. 

3- İlk defa yurt dışına çıkanlar ya da yemeklerde seçici davrananlar biraz sorun yaşayabilir. Özellikle yanlış seçilen restoranlar yüzünden ağır kokulu ve lezzetsiz soslara bulanmış yemeklerle karşılaşabilirsiniz. Bu noktada önerim balıkla da aranız iyiyse balık ızgara yapan Graelha lokantalarını aramanız olacaktır. 

4- Fado Fado Fado... Turist götürmek için baya bir araştırma yaptığım halde götürmek kısmet olmadı ama daha önceki bir gidişimde yerel arkadaşlar sayesinde gayet salaş, geleneksel bir tavernaya yolum düştü. Restorandaki kalabalık ve oturduğumuz masadan rezervasyonlu diye bizi kaldırmasına rağmen dakikalarca boş kalan masa yüzünden gıcık olduğumuz amca yüzünden fazla vakit geçirmedik. Bir de yasak olmasına rağmen içeride bir çok kişinin gayet normal bir şekilde sigara içmesi ve sigara dumanı da rahatsız etti. Tüm bu olumsuzluklara rağmen otantik fado dinlemek ve kazık yememeniz için önereceğim yer Alfama'daki Tasco do Chico. (Rua Dos Remedios, 83)  (Dikkat edin Barrio Alto'daki daha turistikmiş.) Perşembe ve Pazar günü Fado dinlemek için erkenden gitmenizde fayda var. Akşam 10da giderseniz ayakta kalırsınız.

Fado nedir diye merak edenler için, Tasco Do Chico'da çektiğim kısa videoyu izlemelerini öneririm. 

Ne yiyelim Ne içelim...

- Balık severler için ve damağı farklı tadlara açık olanlar için Bacalhau
- Klasik tipte balık severler için ızgara Çupra (Dourado)
- Empanada de Frango (Tavuklu mini tart) (Özellikle Sintra'ya yolunuz düşerse merkezdeki Palacio Nacional'in tam karşısındaki ara sokağın içindeki fırın-pastane'den sıcak sıcak yeme fırsatını kaçırmayın. Biraz fazla sıra olabilir beklemeye hazırlıklı gidin.
- Özellikle Sintra'da Queijada (irmikli mini tart)
- Barrio Alto'da Morangoshka için mutlaka (taze çilek-votka karşımı buzlu içecek)
- Kuş üzümlü birayı mutlaka deneyin (Cerveja com Groselha)
- Vişne Likörü olan Ginjinha'yı deneyin (özellikle Alcobaça veya Obidos ürünü olanları), çikolatadan yapılmış minik bardaklardan içmeyi ihmal etmeyin.
- Eski yazılarımda Pasteis de Belem'in pasteis de natasından bahsetmiştim. En az 5 tane yemeden dönmeyin...

Nerede Yiyelim...

Tipik bir Portekiz restoranına gitmek ve fazla para ödememek istiyorsanız ilk uğrayacağınız yer

Principe do Calhariz: Calcada do Coimbra no. 28, Lisbon 1200 , Portugal

Biraz sıra bekleyebilirsiniz, sipariş verirken zorlanabilirsiniz. Biraz esnaf lokantası özelliğinde olmakla beraber gerçek bir Portekiz deneyimi yaşamak isteyenlere önerebileceğim bir yer. 4 kişi yiyip içip toplamda 52 eu hesap ödemiştik.

Ecza Müzesinin içindeki Gurme Restoran ise kesenin ağzını biraz açmış kişilerin mutlaka gitmesi gereken bir restoran. Tamamen Portekiz ürünleriyle hazırlanan yemekler hastane konseptiyle dizayn edilmiş ortam, hemşire üniformalı garsonlarla beraber size unutulmaz bir deneyim yaşatacak kesinlikle. 


Pharmacia: Rua Marechal Saldanha, 1LisboaPortugal

Aşağıdaki diğer öneri restoranlar ve cafeler Lizbon'da yaşayan Türk arkadaşlarımın tavsiyeleri...

Pois Cafe: 11:00 - 22:00 Ter/Tue - Dom/Sun Rua são joão da praça 93-95 1100-521 Lisboa (sé/alfama)
Bom Jardim: R. das Portas de Santo Antao 150, Lisboa 1150, Portugal   +351 213 427 687    
Café Fabulas: Cc. Nova de Sao Francisco, 14, Lisbon
Cervejeria Trinidade: Rua Nova da Trindade 20, Lisboa, Portugal



Tüm okuyuculara iyi gezmeler, bol bol yemeler ve içmeler dilerim...


Etiketler: , , , ,

Pazartesi, Ocak 29, 2007

MASALLAR DİYARI SINTRA ve ROMANTİZMİN DORUK NOKTASI CABO DA ROCA

Blogumu bir aydan uzun bir zamandır postsuz bıraktığımın farkındayım. Noel tatili için çıktığım 15 günlük İspanya (Madrid-Endülüs-Barcelona) turunu sağ salim bitirip Lisbon’a döndükten sonra 18 gün boyunca neredeyse sadece süpermarkete ve okula gitmek için dışarı çıkıp projelerle boğuştum. Bir ara öyle bir noktaya geldim ki ne ders yapabiliyorum, ne dışarı çıkmaya vicdanım el veriyor. Bu noktada da kendimi dizilere kaptırdığımı itiraf etmeliyim. Lizbon’da 4. ayım bitti, burada hiç televizyon izlemedim. Açıkcası yokluğunu da çok hissetmemiştim. Ama ne zaman ki internetten (youtube, google video ve rapid share sağolsun) Türk dizilerini izlemeye başladım işte o zaman vakit su gibi akıp geçmiş... O yüzden bir türlü post yazmaya elim gitmedi. Burada yaklaşık 1 ayım daha kaldı, o zamana kadar da sanırım şimdiye kadar yaşadığım maceraları yazmayı bitiremem. Olaylar tazeyken yazamıyorum, ancak aldığım notlar sayesinde mümkün oldukça detayları atlamadan yazmaya devam edeceğim.
28 Ekim 2006, Cumartesi günü Braga’da Erasmus yapan 3 Türk arkadaşımız ve Lizbon’da Erasmus yapan 3 kafadar birleşip, 6 Türk kızı olarak o gün Sintra’ya gitmek için Entre Campos (Metro Sarı Hat) tren istasyonu girişinde buluştuk. Portekiz adetlerine kolay alışan 4 arkadaşım normal buluşma saatinden yaklaşık yarım saat geç geldikleri için turumuzun bir noktasında hızlı hareket etmek zorunda kaldık. Entre Campos’tan 20 dakika arayla gece 01.00’e kadar Sintra’ya tren (Tren hep Linha 2-yani 2. hattan geçiyor) var. Yaklaşık 45 dakika sürüyor yolculuk. Sintra tren istasyonundan şehir merkezine yürümek mümkün-ki biz öyle yaptık- Ama yürümek istemezseniz tren istasyonundan 434 nolu otobüsü yakalayıp Palacio Pena’dan gezinize başlamanızı tavsiye ederim. Turistik gezi ayrıntılarına girmeden önce tren yolculuğumuzda yaşadığımız olayları anlatmadan geçemeyeceğim.

Şansımıza 28 Ekim CP (TCDD’nin Portekiz versiyonu)’nin kuruluşunun 150. yıl dönümüymüş. O yüzden o gün Portekiz içindeki tüm trenler ücretsizdi. Tabii biz bunu ancak gişeden bilet almak için sıraya girdiğimizde öğrendik. Daha önce öğrenmiş olsaydık belki de daha uzak mesafede bir şehre giderdik. Siz normal bir günde Lizbon-Sintra-Cabo Da Roca-Cascais-Lizbon turu yapmak isterseniz bu hat için özel olan günlük limitsiz tren+otobüs bileti almanızı tavsiye ederim (Ücreti 12-14 euro civarı. Burayı bir turla gezmek isterseniz yaklaşık 40-50 euro istiyorlar ki bence değmez, kendinize güvenin ve yola tursuz çıkın derim). Bu bileti sanırım tren istasyonundan alabilirsiniz. Biz trenler bedava olduğu için bileti almadık ama trenler bedava olmasaydı biletleri ayrı ayrı almak daha pahalıya geliyor. Ayrıca bu turu bir günde yapmak istiyorsanız tavsiyem en geç 08.00 gibi Lizbon’dan yola çıkmanız olur. Biz Sintra’ya vardığımızda saat 12.00 idi, bu yüzden Cascais’de gezemedik, sadece bir yemek yedik. O yüzden bu postumda Cascais’i anlatmayacağım, orayla ilgili gözlemlerimi ilerki postlarımın birinde okuyabilirsiniz.

Trende yarı uykulu yarı heyecanlı 6 Türk yine tipik geyiklerimizi çevirirken gözüm karşı çaprazımda oturan bir adama takıldı. Bizi anlıyormuş gibi dikkatle dinliyor gibi görünüyordu. Bu Lizbon’da biz ne zaman Türkçe konuşsak etrafımızdakilerin “acaba bunlar hangi dilden konuşuyor” diye merak içinde bizi dinlediklerini hep farkederdik de bu adam sürekli Bilgehanla benim oturduğumuz tarafa bakıyordu. Neyse derdi neyse çıkar en sonunda ben geyiğe devam edeyim dedim kendi kendime. Yolculuk yarılanmıştı ki bu adamın çantasından bir lise defteri ve bir kalem çıkardığı gözüme takıldı. Herhalde günlük falan yazıyordur diye düşünüp dikkatimi yine bizim muhabbete çevirdim. 1-2 durak sonra adam inince oh be dedim, neyse elimizden bir kaza çıkmadan gitti artık rahat rahat geyiğe devam edebiliriz. Sonra bir baktım ki adamın kaltığı koltukta -ki bu Beril’in yanı oluyordu- bir kağıt var. Beril’e dedim baksana bir şu koltuğun üstündeki kağıtta ne yazıyor. O da ne kağıdı dedi. Dedim bir bak. Kağıda bakar bakmaz gülmeye başladı. Ben de ne yazıyor diye sordum. Meğer kağıtta e-mailini yazıp altına da İngilizce “I wait for You.” Yazmış. Şu Portekizli erkeklerin kızlara nasıl yazdıklarını bir daha görmüş olduk. Enteresandır ki Türkçe konuşuyor olmamıza rağmen İngilizce bildiğimizi düşünüp notunu İngilizce yazmış. Ayrıca tüm yolculuk sırasında ağzını açmayıp sadece bu notu bırakması da ayrı bir eziklikti ki normalde Portekiz Erkekleri bu kadar sessiz kalmaz direk “where are you from” diyerek muhabbete girerler. Bu olay Sintra gezimiz sırasında hatırlayıp çok güldüğümüz bir olay oldu. Adamın yazdığı notu bloguma koyup sizi de biraz güldürmeye karar verdim. Ama lütfen e-mail atmayın adama, yazıktır.
45 dakika yolculuk sonunda Unesco Dünya Mirası Listesinde bulunan Sintra’ya ulaştık. Trenden indikten sonra ilk ziyaret ettiğimiz nokta Sintra Tren İstasyonu’ndaki Turist Info oldu. Siz de mutlaka iner inmez buraya uğrayın. Buradaki görevliler ingilizce bildikleri için çok yardımcı oluyorlar. Buradan 1 Sintra haritası, bir 434 nolu otobüsün (Sintra-Palacio Pena-Sintra) ve bir de 403 nolu otobüsün (Sintra-Cascais) zaman çizelgesini alın. Turunuza başlamadan önce zaman planlamanızı iyi yapın. Size tavsiyem Palacio Pena’dan başlayın, sonra merkezi gezin.

Biz de zamanımızı planladıktan sonra yürüyerek merkeze gittik. Yolumuz üzerinde Belediye Binasını (Camara Municipal) ve Moorish Çeşmesi (Fonte Mourisca) yı gördük. Yürüyüşümüz sırasında uzaktan gördüğümüz beyaz, koni biçiminde bacaları olan binanın Palacio National olduğunu öğrendik. Yakınına gittiğimizde eski ve bakımsız görünüşü bizi çekmediği için içine girmedik. Bu arada karnımız acıktığı için herkes kendine yiyecek bir şeyler bulma telaşına girdi. Sintra turistik bir mekan olduğu için Turistik Restoran arayanlar pek zorlanmayacaktır. Ama biz bütcesi kısıtlı olan Erasmus gençliği olduğumuz için kendimizi bir pastaneye attık. Ancak bu pastanede-ki bütün pastanelerde aynı şekilde- tuzlu yiyecek çeşidi çok azdı, olanlar da hep domuz etliydi. (Portekiz’de inanılmaz bir pastane kültürü olmasına rağmen bulabileceğiniz tuzlu çeşidi croissant ve bir iki çeşit domuzlu empanada ile sınırlı oluyor. İnsan ister istemez nerede bizim çeşit çeşit poğacalar, açmalar, simitler diyor...) Diğerlerini orada bırakarak ben Cerenle ara sokaklara yemek avına çıktım. Neyse ki peynirli sandviç yapan bir büfe bulduk da 2 euroya karnımızı doyurduk. Diğer kızlarla da Palacio National’in önünde buluşup orada karnımızı doyurduktan sonra Palacio Pena’ya gitmek için otobüs beklemeye başladık.

Otobüse binişimiz bile maceralı oldu aslında. Önce otobüs ücreti gidiş dönüş 3,85 olduğu için acaba yürüyerek mi gitsek diye düşündük biraz. Sonra mesafe ne kadar bilmiyoruz diyerek binmeye karar verdik. İyiki de vermişiz. Eğer siz de sporcu değilseniz, enerjinize güvenmiyorsanız, bol vaktiniz yoksa sakın bu yolu yürümeyin! Daha sonra konuştuğum bir Türk arkadaş bu yolu yürümüz 1-1,5 saat sürmüş. Uzunluğu boşverin de bir noktada hep rampa tırmanıyorsunuz, ormanın arasından gidiyorsunuz. Otobüse binin adam gibi, oturarak yol manzarasının keyfini çıkarın derim. Otobüs bekleyen kalabalık bir grup vardı, bu grup İspanyol ergenlerden ve onların başında görevli 1-2 öğretmenden oluşuyordu. İlk otobüse binemeyince hırs yaptık, Türk’ün kalabalıktaki itiş kakış deneyimine güvenerek bu ergenleri delerek otobüse binebildik. Bindik ama oturamadık. Neyse biz en arkada kapının yanında giderken arkamızdaki iki İspanyol ergen muhabbet ediodu yuksek sesle. Ben dayanamayıp bunlara İspanyolca Sesinizi kesin dediğimde bunlar kızardı ve bir şey diyemeden sustular. Sonra da meraklı bir insan olduğum için İspanya’nın neresinden geldiklerini sorunca onlara, biri kızardı utandı ve cevap veremedi, diğeri de sıkılgan tavırlarla Endülüs dedi. Bu sorumdan sonra da biz inene kadar bi daha konuşmadılar... Her ne kadar kendi aramızda Türkçe konuşsak da evel allah voltran oluşunca İngilizce-Portekizce-İspanyolca çat pat Almanca anlayabilecek kıvama geliyor grubumuz.

Biz kalabalığa daha fazla dayanamayarak Moorish Castle durağında indik. Giriş için bilet almaya gittiğimizde öğrendik ki Mourish Castle+Palacio da Pena girişi 11 euro’ya mal olacak. Bu yüzden Kale’ye girmekten vazgeçip bir sonraki otobüsle Palacio da Pena’ya girmeye karar verip 7 euro’ya giriş biletimizi aldık (Maalesef öğrenci indirimi yoktu!).















Diğer otobüsün gelişini beklerken bari etrafta fotoğraf çekelim dedik. Tam ben Cerenle Seval’in fotoğrafını çekiyordum ki elinde valiziyle tıngır mıngır yürüyen (o ortamda valiziyle yürüyen birini görmek zaten başlı başına ilginçti. Dağ başında valiziyle yürüyen bir adam hayal edin...Nereden gelip nereye gittiği belli olmayan!) amca bana, istersen sen de geç üçünüzün fotosunu çekeyim diyince kabul ettik. Ama amca dijital foto makinesi kullanma özürlü çıktı. Fotoğrafı çekip makinayı bize verdikten sonra anladık ki amca deklanşör yerine power on/off düğmesine basarak makinayı kapatmış resmimizi çekeceğine. Bunu anladığımızda yine bayaa güldük, valizyle yoluna devam eden amcayı da tekrar çağırmak istemedik. Ben yine Cerenle Seval’in fotoğrafını çektim.

Palacio da Pena’yı görünce büyülendik. Kendimizi bir masal kahramanı gibi hissettik. Sanki bir balkondan heran rapunzel çıkıp saçını uzatacak veya biraz sonra kül kedisi koşarak merdivenlerden inecek gibiydi. Bu büyülü şatonun arka avlusunun manzarası nefes kesiciydi. Fotoğraf çekmeye doyamadık.
Sarayın içinde de zamanın kral ve kraliçesinin odaları mevcut. İç mekanlarda fotoğraf çekmek yasak olduğu için bu bölümlerin resimlerini
koyamıyorum. Yaklaşık 2 saatimizi burada geçirdik. Cabo Da Roca’ya gidecek otobüsü beklerken kızlar Sintra’nın meşhur QUEIJADAlarından denemeye karar verdiler. Queijada güya bir tatlı çeşidi olmakla birlikte bizim irmik tatlısının tatsız versiyonu gibi. Yani çok meraklıysanız alın deneyin ama bizim 6 kişilik gruptan seven çıkmadı...

Masallar diyarı Sintra’yı arkamızda bırakıp Cabo Da Roca’ya doğru yol aldık. Sintra-Cabo Da Roca arası otobüsle yaklaşık 37 dk. Romantizmi iliklerinizde hissedebileceğiniz bu nokta Avrupa Kıtasının En Batı Ucu. Burası... Toprağın bittiği, Denizin Başladığı Yer... (demiş Camoes)... Resimden mekanın tam koordinatlarını da görmeniz mümkün.

Manzara zaten nefes kesici. Ortamdaki fener de ayrı bir hava katıyor. Biz oradayken kutlama yapan bir grup vardı. Neyin kutlamasını yaptıklarını öğrenemedik ama bayanlar saten gece elbileri ve topuklu ayakkabılar (ki orada nasıl yürüyorlardı aklımız almadı), erkekler takım elbise, çocuklar da onların mini versiyonu gibi giyinmişlerdi. Yetişkinlerin elinde de şampanya kadehleri vardı.

Eğer macera ruhluysanız, hava da müsaitse kıyıya dik inen daracık patikaları takip ederek deniz kıyısına inip oralardaki saklı plajları keşfedebilirsiniz. Bu biraz tehlikeli bir macera ve sanırım çıkışı inişinden daha zor olur. Biz bu kadar maceracı değildik. Ancak yurttaki portekizli bi arkadaşım bu dediğimi yapmış ve bana çektiği fotoğrafları gösterdi. Gerçekten güzeldi fotoğraflar. Ama yine de kısıtlı bir zamanda bence yapılacak bir şey değil... O yüzden yapamazsanız üzülmeyin!

Dönüş yolunda kullandığımız otobüs şöförü de bize İstanbul’daki minibüs şöförlerini hatırlattı. Bir ara öndeki arabayla dalaşmaya başladı. Otobüs arabayı sollamaya çalıştıkça araba gıcıklık yapıp önünü kapatıyordu. En sonunda bir noktada otobüs arabayı sıkıştırdı ve iki araçta durdu. Otobüs şöförü arabanın sürücüsüne bağırmaya başladı. Tabii bu noktada biz bir şey anlamadık. Kızların önünde oturan Brezilyalı bir çocuk vardı (ki ben onun başta Yunanlı olduğunu iddia etmiştim) o da bize durumu açıkladı. Anlattıkları bize hiç yabancı gelmedi. Ama Türkiye’de olsaydı şöförler çoktan aşağıya inip birbirlerine girmişlerdi bile... Bu arada Brezilyalı arkadaş Avrupa’da interrail yapıyormuş, otobüsle Cascais’e giderken de bir defter çıkardı. Biz defteri görünce kızlarla bakışıp gülüştük (malun Sintra Treninde yaşadığımızı hatırladık). Sonra çocuk güldüğümüzü görünce bize açıklama yapma ihtiyacı duydu sanırım. Maceralarını aktardığını söylediği günlüğünü yazdığını söyledi...

Her dakikasında bir rüyadaymışız gibi hissettiğimiz turistik gezimizi Cascais’deki alışveriş merkezinde yemek yiyerek bitirdiğimizde hepimizde mutlu bir yorgunluk vardı.

Portekiz toprağına ayak basacak bir insansanız, Sintra ve Cabo Da Roca’yı görmeden bu ülkeden ayrılmamalısınız. Pişman olmayacağınızı garanti edebilirim.

Çarşamba, Aralık 20, 2006

Tesadüfler ve Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu

Kısa bir aradan sonra sonunda yeni bir post ile maceralarıma devam ediyorum. Bu postumdan sonra 2-3 hafta ara vereceğim, o yüzden bu süre içinde bir şeyler yazmazsam merak etmeyin. Portekiz'i bitirmeden İspanya turuna çıkmış olacağım.

Bir gün msn'de Braga'da erasmus yapan AFS'li arkadaşım Günnur'dan öğrendim ki Lizbon'daki Türkiye Büyükelçiliği 27 Ekim günü 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu verecekmiş ve de Braga'daki erasmuscuların tümü Lizbon'a gelecekmiş. Türk insanı görme hasretiyle yanan bendeniz bu fırsatı kaçırır mı hiç! Hemen büyükelçiliği aradım, sağolsunlar büyükelçiliğe gel davetiyeni al dediler.

Büyükelçiliğe gitmeden önceki akşam bir gün yine sinir bozucu portekizce kursundan çıkmış evime doğru yol almıştım. Marques Pombal metro çıkışından çıkar çıkmaz ne göreyim... Üzerinde Türkiye Milli Takımı eşofmanı olan bayanlı erkekli bir takım. İçim bir anda milliyetçi duygularla doldu ve hemen takımdaki bayanlardan birinin yanına yaklaşım pardon siz ne takımısınız diye sordum. Bayan sporcumuz Lizbon'da birinin yanına gelip Türkçe konuşmasından mı dumur oldu, yoksa yabancılarla konuşmayan birimiydi bilemiyorum ama o cevap vermeden etrafım zaten diğer bay sporcular, takım sorumluları ve antrenörlerle doldu. Meğer bizim Kickboxing milli takımı Avrupa Şampiyonası için Lizbon'a gelmiş. Grubun rehberliğini geçen sene burada Erasmus yapmış, sonra burda kalmış, halen de Universidade Nova de Lisboa'da İspanyolca öğrenmeye devam ettiğini söyleyen bir arkadaştı. (O an soramadım ama İspanyolca öğrenmek Lizbon'da kalmak için bir bahaneydi herhalde, yoksa burada İspanyolca öğrenmenin mantığını algılayamıyorum! İspanya'ya gitmek dururken!) Takıma da söyledim cumhuriyet balosunu ama maçları olduğu için gelemediler. Beni maçlarına davet ettiler ancak 1 gün giriş 25 euro olduğu için gidemedim. Nasıl sonuç aldıklarını da takip edemedim. Takım sorumlularıyla ayaküstü nerelisin (Bir amca büyükçekmeceliydi bi onun nereli olduğunu unutmamışım hehe), ne yapıyorsun muhabbeti yaptıktan sonra yanımda makina olmadığı için fotoğraf çekmeden oradan uzaklaşmak zorunda kaldım. Tam zamanında uzaklamışım çünkü sonra yağmur yağmaya başladı.

Ertesi gün bizim büyükelçiliğe gittim. Büyükelçiliğimizin adresi: Avenida Das Descobertas 22, Restelo... İnternet Sayfası:
http://www.devletim.com/git.asp?link=3746
2 otobüs çok yakınından geçiyor.
Biri 723 (ki bu marques pombal'den geçiyor) diğeri de 732
numaralı otobüs.

Sağolsun büyükelçilik görevlilerinden İbrahim bey çok yardımcı oldu. Gitmişken ağız tadıyla yarım saat kadar muhabbet de ettik. Ceren, Seval ve kendim için davetiye alıp okulun yolunu tuttum.


Okul çıkışında Braga'dan gelen Türk grubuyla buluşup onlara az da olsa Lizbon'u tanıtmaya çalıştım. Ancak onları gezdirirken anladım ki Lizbon'un restoranlarını ve muhabbet edilip içilebilecek mekanlarını pek bilmiyorum (sonradan biraz biraz öğrendim. Ama restoranlar konusunda hala biraz çaylağım çünkü genelde evde yemek yapmayı ve yemeyi tercih ediyorum).


Yaklaşık 10 kişi D'alma Lounge'ı doldurduk (bu mekanla ilgili ayrıntılar daha önceki bir postumda mevcut). Gittiğimiz saatten midir bilinmez bizden baska kimse yoktu mekanda, alt katı da kapalıydı. Biz bize eğlendik, sohbet ettik...

Ertesi gün Palacio Foz'daki Cumhuriyet Resepsiyonuna gittik. Palacio Foz'un içi gerçekten güzeldi.














Resepsiyon ortamı çok resmiydi, diğer büyükelçiliklerin temsilciler, NATO'da görevli Türk askerleri ve eşleri, Portekiz'de yaşayan az sayıdaki Türk (aldığım bilgilere göre Portekiz'de toplam 250 civarı Türk yaşıyormuş.) Biz 12 öğrenci olarak resepsiyonun küçük odasında takıldık.















Kulaklarımız bir İstiklal Marşı, 10. yıl Marşı, açılış konuşması falan aradı ama hiç birini duyamadık. Tam bir kokteyl havası mevcuttu. Türk Erasmuscuların sevindiği an ise yemek olarak ikram edilen Yaprak Sarmaları, Pide arası Döner ve Tabii ki Şekerpare idi.

Dönerin tadı bizim dönerlere pek benzemese de 1,5 aylık hasretimizi biraz olsun dindirebildik. Dönerler Ali Baba adlı büfeden geliyordu. Aynı akşam büfenin yerini keşfettik.
Tam adresi ve telefonu:
R Palma 25-r/c, Lisboa 1100-390 LISBOA
218 873 337
Martim Moniz'de ismini hatırlayamadığım büyük bir otelin karşısında kalıyor. Büfe çok küçük, yemek yiyen tipler de korkutucuydu. Ama yine de korkmadık, vatan toprağıdır diye girdik. İçeride sadece yarım yamalak türkçe konuşan biri vardı. Diğer çalışanlar hep orta doğu idi. Sahipleri Türk (Çetin-Metin Kardeşlerle tanışamadık gerçi). Büfenin duvarlarında Türkiye Posterleri ve Türk Bayrağı görmek güzeldi.
Büfenin speciali lahmacun arası döner. Sanırım 5 euro idi. Pide arası döner ve kola da 5 euro'ya tekabül ediyordu. Ali Baba Lizbon merkezde bulunan tek türk büfesi olmakla beraber ilerleyen postlarımdan birinde size nefis bir türk lokantasından bahsedeceğim.


Ali baba çıkışında bir kapkaççının elinde bir çantayla koştuğunu ve yaşlı bir turist amcanın onu yavaş çekim kovalayışına tanık olduk ve üzüldük. Eğer Martim Moniz ve Rossio civarına hava karardıktan sonra giderseniz dikkatli olun derim.

Yemekten sonra kalmaları için zorla ikna ettiğimiz Günnur-İtü'li Bilgehan-Beril'i Bairro Alto'da Spot adlı bara götürdük. O akşam Bairro Alto'ya Kanım ısınmaya başladı...

Bir sonraki postumda size masal gibi Sintra'dan ve oradaki maceralarımızdan bahsedeceğim. Biraz sabırlı olun. 3-4 hafta çabuk geçiyor buralarda...

İspanya Maceramda bana şans dilemeyi de unutmayın!

Ate Logo!

Cuma, Aralık 08, 2006

Lizbon'da Clubbing ve Ertesi Gün...

Yine yazmaya ister istemez uzun bir ara vermişim. Aslında sorunum zamansızlık değil, zamanı iyi kullanamama. Şu internetin başına bir oturdum mu 2-3 saat milletle msn'de chatleşerek geçiyor. MSN ve Youtube olmasa burada hafta içi geceler nasıl geçerdi bilemiyorum. Hafta sonu geceleri ise gayet te internetsiz olarak eğlenceli ve hızlı geçebiliyor.

Bu postumda anlatacaklarım 20-21 Ekim'de yaşandı aslında. Yani nereden baksanız 1,5 ay geriden gidiyorum. Umarım bir gün ara kapanacak. Azimli olmak lazım. Bu blogu okuyup olumlu geri bildirim verenler sayesinde yazma şevkim artıyor aslında. Bir de daha fazla insan yorum bıraksa daha da mutlu olacağım aslında.

Bir cuma gecesiydi, eski oda arkadaşım olan yurttaki en iyi arkadaşım olan Cristina ortamlara akalım, bayanlara hem giriş hem de ilk 4 içki bedava dediğinde inanamamıştım.


İşte bu fotoğrafta gördüğünüz Cristina. Yurtta ingilizce konuşabildiğim tek insan. Diğerleriyle portekizce anlaşmak daha kolay :)

Geceye 10 civarında damar MP3lerle başladık. Burada fasıl ve rakı-meze ortamı (ki ben rakı sevmem aslında) olmadığı için BU AKŞAM BÜTÜN MEYHANELERİNİ DOLAŞTIM İSTANBUL'un ve AGORA MEYHANESİ eşliğinde kırmızı şarabımızı yudumlayarak şerefe yapmak çok eğlenceliydi. Şaraptan pek anlamam, süpermarkete gittim yaklaşık 3 euro'ya 1 tane Minho (portekiz'in kuzeyi) kırmızı şarabı aldım. Biraz koyu renkli ve asitli bir şarap gibiydi ama 2 kişi 1 şişeyi bitirdik.

Reina-Laila kıvamındaki clublara girmek için 1. kural şık giyinmek (Şık dediysem de Türkiye standartında değil, Portekiz standartında şık, aman ha abartı kaçmayın). Cristina yandaki resim gibi giyindi ama t-shirt'ü siyahtı. 2. kural ise kapıda duran kişinin sizin yüzünüzü tanıması. Turist olmanız sizi 1-0 yenik başlatıyor. Türkiye'de turittir para harcar mantığı geçerli olduğu için neredeyse her yere girerler. Maalesef bu Lizbon'da pek işlemiyor. Türk grubu olarak da bizzat başka bir club olan KAPITAL'e girmeyi deneyip havamızı aldığımız gece bunu test ettik onayladık (bu macerayı ilerleyen haftalarda daha ayrıntılı anlatacağım.) O yüzden sosyetik club alemlerine akmak istiyorsanız mutlaka o alemlerin yabancısı olmayan bir portekizli yanınızda bulundurun.

Cicilerimizi giyip makyajımızı da yaptıktan sonra, beleş öğrenci usulü cartao vivalarımızı kapıp gece 24.40 otobüsünü yakaladık (Lizbon'un bu yanını çok seviyorum gece 1 de bir kız tek başına otobüse binebiliyor, kimse rahatsız etmiyor... Gece 1den sonra akşam otobüslerinde biraz daha dikkatli olmak, arkaya oturmamak gerekiyormuş. Bunu da İhsan'ın telefonunu çaldırma deneyiminden öğrendik. Zaten gece 1 den sonra da otobüse binilmez, taksi maksimum 5 euro yazıo eğlence ortamlarından yaşadığım yere. Bir uçtan diğer uca da 10 euro falan yazar herhalde). Sosyetik Club'lar Santos civarında, Avenida 24 de Julho üzerine sıralanmış. Ponte 25 de Abril (Golden Gate benzeri olan köprü) yakınlarında liman kıyısında ise yanyana sıralanmış bir sürü club mümkün. Bizim gittiğimiz de buradaki barlardan biri olan DOCK's idi. Maalesef o gece foto. Mak. götürmediğim için resim yok. Ama ortamı merak ediyorsunuz web sayfasının adresi:
http://www.docksclub.com

Oraya vardığımızda saat 01.00 civarındaydı ve içerisi henüz boştu. Girişteki bayan Cristina'ya içeri girerken üzerimdeki montu çıkarmamı söylemiş (tahmin edersiniz ki montum spordu). Allahtan vestiyer 1 euro idi de sorun çıkmadı. Bedava içki kuponlarımızı alıp içeri girdiğimizde ilk durağımız tabii ki bardı. Cristina viski kola içerken ben de ananas votka tercih ettim. Bu bedava içki olayını abartmışlar. TR'de olsa maksimum 1 bira ya da 1 votka bedava olur. Burada bir tek redbull votka vermediler kuponla.

Bu arada bedava içki dedim de öyle her gün bedava değil, her salı Ladies' Night, her cuma Women's Night. Aradaki farkı ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Erkekler içinse giriş ya 10 ya da 12 Euro ve sanırım 4 içki dahil. İçerideki ortam çok kaliteydi, zaten herkes birbirini tanıyor. Asılan, rahatsız eden yok. Bar çevresinde piyasa yapanlar da var kendi çapında dans edenlerde. Ayrıca bu clubda gördüklerimden sonra Portekiz erkeklerinin boy ortalamalarıyla dalga geçmeme kararı da aldım. Gece 02.30'dan sonra mekan iyice kalabalıklaştı. Bi ara tıklım tıklımdı, wc kuyruğu 10 metreyi buluyordu :)

Saat 05.25 gibi Cristina'ya artık gidelim bak yarın erken kalıcam dedim, biraz mırın kırın etti ama neyse çıktık. Yattığımda sabah 6 gibiydi. Bir tek clublarda değil diğer ortamlarda da gece 5-6 gibi sonlanıyor bu Portekiz'de. Ertesi gün de herkes akşama kadar uyuyup yine 12 gibi kendilerini dışarı atıyorlar. Benim bünyem henüz 2gece üst üsteyi kabul etmiyor.

Ortamda çalınan müzik aslında benim pek de aşina olmadığım dans müzikleriydi. Çoğu portekizce dans-tekno müziği olmakla beraber arada eşantiyon kıvamında ispanyolca reggeaton çaldılar ki işte o anlar benim deli gibi dans ettiğim anlar oldu. Geceyi en son Cristina ve onun iş yerinden arkadaşı olan bir kızla kader tokuşturup türkçe ŞEREFE dediğimizi hatırlıyorum ki bu ŞEREFE onların da aklında öyle yer edinmiş ki Cristina ertesi gece çıktıklarında da ŞEREFE diyerek kadeh tokuşturduklarını anlattı.

Ertesi gün feci bir baş ağrısı ve akşamdan kalmanın verdiği yorgunluğa rağmen 11.00de uyanıp 12.00de Chiado'ya gittim, çünkü host abim (amerika'da yanında yaşadığım ailenin oğlu) eşi ve çocuklarıyla birlikte Lisbon'dayı ve o gün ABD'ye geri döneceklerdi.


Chip ve Bonnie'yi en takdir ettiğim olay 2 küçük çocuklarıyla kıtalararası seyahate çıkmış olmalarıydı. Önce Londra'ya ordan da Lizbon'a gelmişlerdi. Zig 2,5 yaşında Ila isimli küçük kızları ise henüz 7 haftalıktı. Türkiye'de olsa bırakın kıtalararası ziyareti bebeğin 40 ı çıkmadan evden çıkamaz...

Chip ve ailesiyleyken yaşadığım en ilginç olay ise Çin Restoranında gerçekleşti. Bonnie çorba kıvamında olan makarnalardan istiyordu. Önce garsona İngilizce anlatmaya çalıştık, ki garson çinli malum. Doğal olarak anlamadı ne söylediğini. Sonra ben çat pat Portekizce sormayı denedim yine işe yaramadı. En son Bonnie çince (ki Mandarin ve Cantonese var, sanırım Mandarin) biliyor musun diye sordu. Evet deyince hayat birden kolaylaştı. İlk defa gittiğim bir çin lokantasında çince sipariş verilmesine şahit olmuş oldum. Bir de Bonnie Çince konuştuğu için tüm garsonlar bizim masaya daha sempatik bakmaya başladı.

Bu arada gittiğimiz çin lokantası Armazems do Chiado'nun en üst katındaki yerdi. Ben pek beğenmedim. O yüzden tavsiye edemeyeceğim. Armazems do Chiado, Chiado'nun hayat kurtarıcı mekanı, gerek ücretsiz wcleri olsun, gerek Mc Donald's'ı bir ara en sık uğradığımız mekandı.
Bu postu burada bitirirken bir kaç club ismi vermek istiyorum. Merak edenleriniz google da arayarak eminim daha ayrıntılı bilgiye ulaşabilir.

1- Dock's
2- Docas
3- Lux
4- Blues
5- Queen's
6- Kapital

Ayrıca Portekiz gece hayatı için bkz: http://www.portugalnight.com

İyi Eğlenceler!!!

Pazar, Kasım 19, 2006

LİZBON'DA TURİSTİK GEZİ Part 2

En son Graça'da kalmıştık sanırım. Feira da Ladra'dan Graça'daki klisenin ordaki açık hava cafe'sinde bira içmemizi sözlükten bir yazar önermişti. Biz de onun sözünü dinleyip gidelim bakalım dedik. Ancak tam olarak nasıl bir yerle kaşılaşacağımızı da bilmeden karınlar da çok aç yola koyulduk. Elimizdeki haritaya bakıp bulunduğumuz yerden oraya nasıl gideceğimizi bulmak biraz zamanımızı aldı. Ama bu sefer kimseye sormadan, tamamen içgüdüsel olarak, yeri bulduk.
Burası çok güzel bir manzarası olan bir yere konumlanmış (tam Graça'daki klisenin orası) bir çay bahçesi gibi. Güzel havalarda manzaraya yakın yeri bırakın herhangi bir yerde boş masa bulmak zor. Buraya sarı-nostaljik-tramvaylarla gidilebiliyor (numarası ya 18 ya 28 ama tam emin değilim, Chiado civarından Martim Moniz istikametine gidene binerseniz Graça Durağında inip birine sormanızı tavsiye ederim klise nerde diye).

Bu açık hava cafesinde maalesef yiyecek çok çeşitli değil. Tost var bir de şanslıysanız empanada dedikleri tatlı veya tuzlu tartlar da bulabilirsiniz. İçecekler ise çeşitli-alkollü, alkolsüz allah ne verdiyse. Fiyatlar normal, yani İstanbul'daki boğaz çay bahçelerinden daha ucuzdur, 1 şişe bira 1,20 Euro, 1 tost 2,50 Euro (tostlar köy ekmeğinden yapılıo. Büyük ve lezzetli). Biz oraya gittiğimizde güneş batmaya başlamıştı. Aşağıdaki resimde gördüğünüz masalardan en sağdaki (çantası çapraz asılı kırmızı t-shirlü arkadaşın olduğu) bizim masamızdı. Diğer resimde de manzarayı görmek mümkün.
















Oraya kadar gitmişken kliseye girmemek olmaz dedik ve girdik. Çok da bir özelliği yoktu klisenin ama teknolojik dilek mumları dikkatimizi çekti. Para atıyorsunuz ve mumların ucundaki lambalar yanmaya başlıyor, ne kadar süreyle yanıyor bilemiyorum. Ama şahsen eski usül mum yakmacayı tercih ederim.















Lisboa e Muito Boa (Lizbon çok güzel) duvarı da hemen Graça Klisesinin Kapısının orda... Lizbon gerçekten güzel. Ama biraz lüksten hoşlanan, hafif kokoş bir tarzınız varsa aynı şeyi düşünmeyebilirsiniz.

Graça'da yaşadığımız asıl bomba olay şöyle gelişti. Pazar günü, bu blog aracılığıyla tanıştığım Zeynep Barcelona'dan Lizbon'a gezmeye gelmişti.

Bir gün önce Graça'yı keşfetmişiz beğenmişiz hem
en onu da götürmeliyim diyerek orayı da rotamıza eklemiştim. Yine açık hava cafesinde oturuyoruz. Baktık bir dilenci AJUDA SENHORA (yardım edin bayan) diyerek yanımıza geldi( Lizbon'un dilencileri çok meşurdur ancak Nao dediğiniz zaman ısrarcı olmaz hemen uzaklaşırlar.) Zeynep biraz rahatsız oldu dilenciden ben de nao diyip gitmesini bekledim. Adam ısrarla gitmedi, ben de o sırada Zeynep'e Türkçe olarak ya bırak konuşmazsan, iplemezsen gidecek, bunlar hep öyle, Psikolojide taktik bu dur görmemezlikten geliceksin diye anlatıyordum ki ne zaman konuşmamız duraksadı, dilenci bize hafif bozuk bir TÜRKÇE ile siz İstanbul'dan mısınız? diye sordu. O an yaşadığımız dumuru anlatmam mümkün değil. Zeynep yaşadığı şok yüzünden bir şey diyemedi. Ben hemen toparlanıp İstanbul'dan olduğumuzu söyledim. Adam da hemen ben de Köstenceliyim (Romanya) buraya geldik ama Portekiz'de iş yok, çalışamıyoruz. O yüzden böyle yapıyorum falan dedi ama adam gayet ANLAŞILIR bir TÜRKÇE ile konuştu. Ben de Allah Kolaylık versin dedim en sonunda, o da saol diyerek uzaklaştı.
Meğer adam bizim konuşmamızın bitmesini ve bizimle konuşmayı bekliyormuş. Adam uzaklaşınca Zeynep kendini kötü hissetti, yaa acaba para versemiydik falan dedi. Bu olay ikimiz içinde ilginç bir anı olarak hafızalarımıza kazınmış oldu böylece.

Graça dışında Zeynep'le Elevador Santa Justa'yı kullandık. Burası Baixa Chiado'da bulunan bir asansör. Tepesinde bir Cafe var ama pahalı. Manzarası çok güzel. 1 çıkış 1.20, çıkış iniş 2.40. Cartao Viva'da Carris (otobüs) yüklüyse bedava, 7 collinas kartınızı da burada kullanıp kara gecebilirsiniz. Baixa'dan binip Largo do Carmo ve Carmo müzesine çıkıyorsunuz (ilk postumda buradan bahsetmiştim).
Bu resimler asansörün durduğu kattan manzaralar. Meydan olan yerin adı Praça Do ROSSIO... Gece 10'dan sonra buralar pek tekin olmuyor. Etraf garip insanlarla doluyor. Dikkat etmek lazım. Levhanın altındaki resim de Ruinas do Carmo. Burası büyük depremde yıkılmış, sonra da otantik olsun diye bir daha yenilememişler.


Üstteki levhada
Lisbon will always stay more beautiful diyor. Ama gelin görün ki şehrin genel de hırpani, kirli, eski, yorgun bir görünümü var. Ama biz onu böyle seviyoruz. :)











Sonra Belem'e de gittik. İlk defa Mosterio das Gerenimos (yanlış yazmış olabilirim idare edin) şapel kısmına girdim. Dışı kadar nefes kesici bulmadım. Sonra Arkeoloji Müzesi'ne gittik. İçerde fotoğraf çekmek yasak olduğu için bu posta ekleyemiyorum. Müze yine Mosterio'da. Giriş 26 yaşından küçüklere 1,50 euro, büyüklere 3,00 euroydu sanırım. Güzel mozaikler var. Mısır odası çok kötü kokuyor. Vaktiniz varsa gidin derim, ama 3-5 günlüğüne Lizbon'a geldiyseniz boşuna vakit kaybı diyebilirim. İstanbul'daki ve Ankara'daki arkeoloji müzeleri kesinlikle daha güzeldir...




















Şimdilik Lizbon'daki turistik gezimize burada ara veriyoruz. Yaşamaya devam ediyoruz. Bundan sonra farklı konseptlerdeki maceralarım devam edecek... Daha gezilecek çok yer var...