Belém'i Tanıyalım...
Size en son Mariona'dan bahsetmiştim. Fakültenin girişinde bir köşede ders programımı yapmaya çalışırken birine ARE YOU ERASMUS STUDENT? diye sorarken aksanından ispanyol olduğunu anladım ve hemen onunla konuşmaya başladım ki iyi ki konuşmuşum. Dedi ki ben şimdi Belém'e gidip arkadaşlarımla buluşucam istiyorsan gel. Ben de oranın neresi olduğunu bile bilmeden tüm maceracı ruhumla evet dedim ve yola çıktık.
Üniversite'den oraya gitmek için önce Cais do Sodre'ye gittik. (Otobüsten aldığınız her bilet 1.20 Euro ve aktarma yapamıyorsunuz). Oradan yine bi otobüse bindik, ancak tramvay'da aynı yere gidiyormuş.
Mosteiro dos Jerónimos ilk durağımızdı. Ancak kapanış saatinden sonra gittiğimiz için içine girmedik. Dış görünüşü aşağıdaki resimde görünüyor. Gayet hoş bence :)
Buradan yürüyerek Torre de Belem'e doğru yola çıktık. İkisinin arası yürüyerek yaklaşık 20-25 dk. Torre kıyı şeridinde kaldığı için bir otoyoldan karşıdan karşıya geçmemiz gerekti, Ankara'da Meşrutiyet Cad.de her zaman yaptığımızın aksine bu sefer üst geçiti kullandık. Gördüğüm manzarayı kaçırmadım ve yukarda sağda gördüğünüz fotoyu çektim. Resimdeki kırmızı köprünün adı PUENTE 25 de Abril. Lisbon'un Avrupa yakasını Anadolu'ya bağlayan 2 köprüsünden biri. Sanırım Avrupa'daki en uzun asma köprüymüş. Bana San Francisco, Golden Gate Bridge'i hatırlattı. Umarım İstanbul'a 3. köprü yapılırsa rengi kırmızı olur. Nitekim çok seksi bir görüntüsü var hehehe. Henüz o köprüden geçmek kısmet olmadı. Ben Lizbon'un Avrupa Yakası'nda yaşıyorum, napiim karşıyı :p
Muhabbet dolu yürüyüşümüzün sonunda Torre'ye ulaştık yine içine giremedik tabii, kapalıydı (sanırım 18.00'de kapanıyor). Ama çevresi çok huzur vericiydi. Denize sıfır manzaralı, etrafı yeşillik. Bu görüntü İst.de olsaydı sanırım hafta sonları etrafı piknikçi dolardı.
Rotary Klübü Lions'ların bir adım önünde gidiyor sanırım
Nitekim kulenin hemen önüne kulenin bir maketini dikip İsimlerini bu önemli turistik merkeze yazdırmayı başarmışlar.
Bu manzarada baya takıldık. Mariona'nın arkadaşları'da burada bizimle buluştu. Voltran'ı oluşturan 3 ülke ise şöyleydi: Türkiye, İspanya ve Polonya. Artık kim tutardı bizi. Hedef Pasteis de Belem adlı meşhur pastaneydi.
Şimdi bu pastene girişte küçücük ve köhne görünüyordu. İçeri bir girdik, git allah git. Bir salonu geçiosanız, başka bir salona geliyorsunuz. Tam olarak kaç metrekareden oluşuyor bilemiyorum ancak en aşağı 5 salondan oluşuyordur. Ayrıca sadece pastane diyip geçmemek lazım içinde bir tarih barındırıyor. 1837'den beri ayakta kalmak kolay olmasa gerek.
(http://www.pasteisdebelem.pt/index.htm bu sayfadan daha ayrıntılı bilgi alınabilir.)
Şimdi bu pastaneye gelince ne yenir? Pasteis de Belem yenir tabii ki, ya da genel adıyla Pasteis de Nata.
Bu tatlı'nın dışı çıtır çıtır milföy hamuru gibi, içi ılık vanilyalı puding gibi. Üzerine pudra şekeri ve tarçında eklediniz mi afiyetle yenmeye hazır. Biz orada tanesine ne kadar ödedik bilmiyorum ama okulda tanesi 0.95Euro (ki sanırım orda daha ucuzdu çünkü 1 kola 2 pasteis e 2.30 euro verdim).
İşte Voltranımızın kadrosu'da aşağıdaki resimde görülmekte.
Sağ tarafımdaki arkadaş Polonyalı. Kendisi süper İspanyolca ve Portekizce konuşuyordu. Zaten Portekiz dili ve kültürü okuyormuş. Diğerleri de İspanyol. Tatlılarımızı yedikten sonra artık saat 20.30'a geliyordu ve evlere dönme zamanı gelmişti. O akşam, tatlıları yedikten sonra kendimi o kadar tok hissettim ki akşam yemeği yememe gerek kalmadı.
Lizbon'a ayak baştığımdan beri ilk defa o gün kendimi çok mutlu hissettim. Güzel, eğlenceli ve sohbet dolu vakit geçirmek böyle olur işte dedim. Tatlı yiyip tatlı konuşmak gerekiyormuş hakkaten :)
1 Comments:
cais do sodre'den beleme giden otobuslere veya tramvaya binip belem istasyonunda inince monasterio jerenimos yonunde biraz yuruyunce sagda kalıo. kime sorsan gösterir :) sen de mi erasmussun lisbonda?
Yorum Gönder
<< Home